Geçen gün kız arkadaşımın hatırına sinemada "Sex and the City 2" 'yi izledik. Amerikalıların tabiri ile tam bir "chick-flick" olan bu filime mırın kırın ederek girdim ancak salondan son derece beğenerek ayrıldım. Yıllar önce annem bayıla bayıla izlerdi dizisini Sex and the City'nin; bende salona oturmaya gittiğimde eli mahkum izlerdim. Karakterleri az buz bildiğim için hoşuma gitti film belkide, hiç bilemiyorum. Diziyi takip etmeseniz bile filime gitmenizi tavsiye edeceğim yinede. Özellikle ilişkilerde kendini başarılı bulmayan erkeklerin gitmesini istiyorum hatta. Popüler kültürle yoğurulan genç kızların nelere tepki vereceğini, nasıl erkeklerden hoşlandıklarını, ne yapmaktan hoşlandıklarını vs. anlamanız için iyi bir kaynak çünkü. Sun Tzu'nun savaş öğretilerinde dediği gibi: "Düşmanını anlamak için, kendi düşmanın haline gelmelisin". Evet, karşı cinsle ilişkiyi savaş sanatıyla yorumlayacak kadar enteresan bi insanım =)
Ancak esas konumuz bu değil. Filmi izlerken dikkatimi en çok Abu Dhabi'deki sahneler çekti. Samantha vesilesiyle kızlar Abu Dhabi'de 1. sınıf bir tatile davet edilirler. Dubai'den sonra en hızlı gelişen Birleşik Arap Emirlikleri şehiri olan Abu Dhabi'ye iner inmez her birine birer özel şöför ve hizmetçi tahsis edilir. Hizmetçiler kızların her türlü işini büyük bir şevkle yapar. Hatta ilerleyen dakikalarda Carrie kendi hizmetçisini akşam azad etmeyi unuttuğu için adam sabaha kadar yanlarında kalır. Özür dilemek için konuşurken Carrie hizmetçisiyle küçük bi sohbete girer ve orda adamın arap değil hintli olduğunu öğrenir.
Filmde bunlar olup biterken kız arkadaşım bana sarılmış, Sex and the City kızlarının ışıltılı hayatını izlerken ben bugün bulunduğumuz Dünya Düzeni hakkında derin düşüncelere daldım. Abu Dhabi, Bangkok, Minsk, Etopya (hatta Antalya, Bodrum) gibi hemen her türlü turistik yerde zengin insanlara modern kölelik yapan o kadar çok insan var ki... Özellikle Afrika ve Doğdu'daki yerlerde bu insanlar son derece kötü şartlar altında, çok talepkar ayak işlerinde komik maaşlara çalışıyorlar. Çin'de, Afrika'da, Hindistan'da ayda 10 dolar ve altında maaşla çalışan yüz milyonlarca insan mevcut.
Son zamanlarda özellikle kendi çevremde duyduğum tek bir cümle var o da "Amma çok zengin adam var bee!". Ankara'nın lüks ya da varoş hemen her eğlence ve alışveriş mekanının önünde Ferrari'ler, Porsche jipler ya da çeşit çeşit Mercedes'ler görünce her insanın aynı tepkiyi vermesi doğal tabi. Özellikle Ankara'nın en zengin semtlerinden Gazi Osman Paşa'da Mercedes'in sükse yapan yeni C serisi sedanları taksi gibi ortalıkta dolaşıyor ki en ucuzu bugün 75.000 Türk Lirası. Görünürde çok zengin varmış gibi duruyor evet, ama rakamlara bakıldığında durum o kadar tersine ki... Bugün ülkemizde serveti 1 milyon dolar ve yukarısı olan insan sayısı kaç biliyor musunuz? 35.000. Sadece 35.000 kişi. Türkiye'nin nüfusu 70 milyon kişi olsa - ki eminim daha fazladır. Mitoz bölünmeyle çoğalan kürtler sağolsun -, bu 35.000 kişi ülkenin onbinde 5'i oluyor, %0,0005! Yani o her yerde gördüğünüz lüks arabalar aslında ülkenin binde biri bile etmiyor. Türkiye'de bugün itibarı ile açlık sınırında yaşayanların sayısı ise 16 milyon. Bu da kabaca ülkenin %20 si eder... Aradaki uçurumu fark etmişsinizdir.
Yukardakiler Türkiye'nin istatistikleri. Durum Hindistan, Çin, Afrika ülkeleri gibi yerlerde çok daha vahim. Kaba hesap bütün Dünya'nın %1'i zengin olsa kalan %99'u son derece kötü koşullarda yaşıyor yani... 7 milyar insanın 6.9'u fakir, ömründe Mercedes alamayacak insanlardan meydana geliyor demektir bu.
Öyleyse Bugünkü Dünya Düzeninde ciddi bir sorun ve adaletsizlik var diyeceğim ama bu benim farkına vardığım yeni birşey değil elbette; izlediğim film bana sadece yüzyıllardır var olan bu gerçeği tekrar hatırlattı. Eğer ki insanlık olarak hep daha iyiyse gitmekse amacımız, zenginle fakir arasındaki uçurumların ortadan kalkması şart.
Peki bu uçurumları yok edecek çözüm nedir? Kapitalizm, Emperyalizm gibi ideolojilerden uzaklaşıp dünyaca komünizm'e geçmek mi? Böyle bir değişim asla bu probleme çözüm olmaz. Çünkü bu sefer de Dünya üzerindeki kaynakların sınırlı olması sorunu devreye giriyor. Bütün Dünya Karl Marx'ın hayal ettiği gibi eşit olacak olsa bu eşitliğin her anlamda sağlanması gerekir; maddi ve manevi. Ancak Dünya'daki bütün kadınların filmdeki kızların taktığı altın kolyelere sahip olması istense böyle birşey hiç bir şekilde sağlanamaz. Çünkü dünya'da o kadar altın rezervi yok. Aynı şey diğer doğal kaynaklar için de geçerli olduğu gibi kusursuz tasarlanmış otomobiller, devasa evler, hatta kulak pamuğu için bile geçerli olur =)
İnsanlar ve eski düşünürler adaletli bir dünya düzeni yaratmak için her insana aynı standartları sunmak gerektiğini düşünüyor. Peki ya onun yerine insan sayısını azaltmayı denesek daha mantıklı değil mi?
7 milyar insanın her birine güzel bir ev, güzel bir araba ve bugün sadece zenginlere müstahak olan tüketim malları ve yaşam tarzını sınırlı kaynakların olduğu bir Dünya'da vermek tamamen imkansız. 7 milyar insanı mutlu etmeye çalışmaktansa 5 milyar insanı mutlu etsek? 3 milyar insanı çok rahat yaşatsak? 2 milyar insanı zevkten öldürsek?
Uzun lafın kısası Çin ve Hindistan gibi nüfusu hızlı büyüyen ülkeler ucuz iş gücü sayesinde çok güçlü birer ekonomiye dönüşüyor olabilir ancak aynı zamanda çok güçlü birer sefil insan fabrikasına da dönüşmüş oluyorlar. 1 kişi yesin, 10 kişi açlık içinde ona hizmet etsin düzeni değiştirilecekse eğer; Birleşmiş Milletler gibi global bir nüfus planlama organizasyonunun kurulup, çok katı reprodüksiyon kurallarını tüm dünya'ya uygulaması, 50-100 sene sonrası için ciddi nüfus gerilemesinin sağlanması lazım...
Millet Sex and the City izlerken "aaa şu elbise ne kadar şıkmış" diye düşünürken ben bu yazdıklarımı düşünüyordum işte... Ha bir de Sarah Jessica Parker'ın artık pörsüdüğünü ve Jeremy Clarkson'ın tasvir ettiği gibi "Haşlanmış At Kafasına" benzediğini düşündüm =D